Şehre Dair
BİNLERCE YILLIK TARİHİYLE SAKLI CENNET
Sıcakkanlı insanların sofralarına davet edildiğimiz, karlı dağlarının görkemiyle zaman tünelindeymiş gibi hissettiğimiz, doğanın uyanışıyla yemyeşil ovalarda uçurtma uçuran çocuklara sevinçle dahil olduğumuz, adaları ve koylarıyla gözlerimizin kamaştığı, İpek Yolu üzerinde tarihi geçmişi ve kültürel yapısı ile onlarca medeniyete asırlar boyu ev sahipliği yapan yerde, Van’dayız!
1990’larda gölün içerisinde büyük bir canavar görülür. 15 metre boyunda, siyah renkte olan bu canavara “Van Gölü Canavarı” denilir. Televizyon ekranlarında epey tartışılan bu haberle “Van” şehri de sıklıkla dile gelir. Halk arasında bir efsane haline gelen, Gevaş ilçesinin merkezinde heykeli dikilen ve Japonlar tarafından kitabı yayımlanan Van Gölü Canavarı var mı bilinmez ama Van Gölü kesinlikle görülmeye değer.
“Van Gölü değil, Van Denizi. Öylesine geniş ki, denizden başkası yakışmaz. Zaten Vanlılar da deniz diyorlar; gümüş tasta bir sudur. Kenarları oya oya işlenmiş bir gümüş tas.” diyor ailesinin Ünseli köyünden göç ettiği Yaşar Kemal.
Firuzeden maviye, yeşilden beyaza birden fazla renk sunan bu göle Vanlılar deniz diyor, bizler de Van’da geçirdiğimiz günler sonunda Yaşar Kemal gibi aynı kanıya varıyoruz.
2014 yılında büyükşehir ünvanını alan Van, Doğu Anadolu Bölgesi’nin en kalabalık şehri ve dünyanın en büyük sodalı gölüne sahip. Canavarı dışında sirmo otuyla yapılan otlu peyniri ile kahvaltısı; gözlerinin değişik rengi ve bembeyaz tüyleriyle kedisi ve doğal güzellikleri ile Van’ı keşfetmeye hazırız.
AH TAMARA: AKDAMAR ADASI
Medeniyetlerin beşiği ülkemizde nice yerler var ki yarım kalan hikâyeleri ile dilden dile, kültürden kültüre, geçmişten günümüze destanlaşmasın… 2015 yılında UNESCO tarafından Dünya Geçici Miras Listesi’ne alınan Akdamar, işte o yerlerden biri. Güzeller güzeli Tamara ile Tamara’ya sevdalı çobanın ölümle sonlanan yaşayamadıkları aşkları! Çobanın son sözleri “Ah Tamara”ymış, o günden bugüne Ahtamar da dilin evrimleşmesiyle Akdamar olmuş.
Mayıs ayının yağmurlu Van sabahında tekne kalkar mı diye telaşla gittiğimiz iskelede bizler gibi ada ziyaretçilerini gördüğümüzde rahatlıyoruz. Yaklaşık on beş kişilik gruplarla kalkan teknelerde Van Gölü’nün seyrine dalarak yarım saat içinde adaya ulaşıyoruz. Adaya girişte müze kart geçerli. Baharın coşkusu adaya yerleşmiş bile, her yer yeşillenmiş, badem ağaçları ise boy boy. Daldan badem topladığım sırada güneş de güleç yüzünü az da olsa gösteriyor, içimiz ısınıyor. Ada üzerinde yerleşim yok, kilisenin dışında bir kafe var sadece. En tepeye ulaştığımızda kelebek çeşitleri bakımından dünyanın en önemli yerlerinden biri olan Artos Dağı heybetiyle karşımızda duruyor. Üzerinde yürünmemesi için küçük ikaz levhalarıyla mezarlıklar çevrilmiş, otların üzerinde tavşanlar gezinirken martılar da rüzgârın esintisine karşı kanat çırpıyor.
Tur görevlileri adaya gelen gruplara kilisenin tarihini anlatırken bizler de içeri giriyoruz. Kilisenin figürleri oldukça zengin: İncil ve Tevrat’tan alınmış çeşitli sahneler, Yunus Peygamber’in denize atılması, Hz. Meryem ve kucağında İsa, Âdem ile Havva’nın cennetten kovulması, çeşitli hayvanlar, sarayla ilgili birçok sahne, İncil yazarlarının boydan tasviri…
908 yılında kendini Vaspuragan Kralı ilan eden I. Gagik, krallığının başkentini Akdamar Adası’na taşımış ve adaya saraylar, liman, kasaba ve çarşılar inşa ettirmiş. M.S. 915-921 seneleri arasında Van’a getirilen hakiki haçın bir parçasını muhafaza etmek için Mimar Keşiş Manuel’e bu kiliseyi yaptırmış. İlk yapıldığında saray kilisesi olan yapı sonradan manastır kilisesine dönüştürülmüş. Günümüzde ise her yıl yüzlerce Ermeni hacı adayının ziyaret edip hac görevini yerine getirdiği kilise konumunda.
3000 YILLIK TARİH: VAN KALESİ
Öğle saatinde ulaştığımız Van Kalesi güzergâhında güneş bizimle saklambaç oynuyor sanki; bulutların ardında bir görünüp bir kayboluyor. Müze kartımızla içine girdiğimiz kalenin çevresinde bir kafe, çeşitli hediyelik eşya satan dükkânlar var. Kalenin gölgesi altında uzun bir yürüyüşün bizi beklediğini düşünerek kaleye çıkmadan önce kafede çay içiyoruz.
Bakanlık Makamının 2020 yılında “Doğal Sit – Nitelikli Doğal Koruma Alanı” olarak tescil ettiği, Osmanlı döneminden kalma Yukarı Kale, Süleyman Han Camii ve minaresi ile tamamen askerî amaçlı kullanılan Van Kalesi, Urartu Kralı I.Sarduri tarafından Tuşpa ilçesinde bir kaya kütlesinin üzerine inşa edilmiş. Tuşpa adıyla uzun süre Urartu Devleti’nin başkentliğini yapan kale, 1915’ten sonra tahrip olmuş haliyle günümüze ulaşmış. Üç bölümden oluşan bu kalede Sardur (Madır) burcu, bir açık hava tapınağı olan Analı Kız ve kral mezarları bulunuyor.
Kalenin tepesine çıkmak biraz zaman alsa da mis gibi bir hava karşılıyor bizi. Ufukta Süphan Dağı, Erek Dağı ve Van Gölü çok güzel görünüyor. Zirveden aşağı baktığımızda sürülerin dolaştığı büyük yeşil ovanın 3000 yıllık eski Van şehri olduğunu ve ziyaret edeceğimiz Van Kalesi’nde Urartuların izlerini arayan arkeologların buldukları kazılarda geçmişe yolculuğumuzun başlayacağını düşünerek yavaş yavaş basamaklardan iniyoruz.
KUŞ CENNETİ: ERÇEK GÖLÜ
Van Gölü’nün doğusunda oluşmuş bir set gölü olan ve yüzlerce kuş türüne ev sahipliği yapan Van’ın İpekyolu ilçesindeki Erçek Gölü’ndeyiz. Suyu sodalı ve tuzlu olan göl, ulusal ve uluslararası sınıflandırılmalarda önemli kuş alanları arasında “B” sınıfı sulak alanlar içinde gösteriliyor. Nesli tükenmekte olan kuşları barındıran göl çevresinde kuş gözlemevleri bulunuyor. Gölden içeriye köye doğru ilerliyoruz. Köyde sessizlik hakimken yemyeşil ovada çok sayıda çocuğun oyun oynadığını görüyoruz. Bizleri gördüklerinde utangaçlıklarıyla gülüşen çocukların yanı sıra sürüler halindeki koyunların içindeki kimi kuzular doğa harikası bu yeri sevimlilikleriyle daha da güzelleştiriyor. Güneşin batışı sırasındaki kızıllık göle yansırken yola çıkıyoruz. İşte tam bu sırada tren geçiyor; vagonların rayda çıkardığı ses, trenin düdük sesiyle uçuşan kuşların kanat çırpışları ile manzaraya bakarken gözlerimiz kamaşıyor.
GÜRÜL GÜRÜL AKAN MURADİYE ŞELALESİ
Tendürek Dağı’ndan beslenip Van Gölü’ne dökülen Bendimahi Çayı üzerinde yer alan şelale, adını rivayete göre Bağdat seferine çıkan Osmanlı Padişahı IV. Murat’tan almış. Kışın donan, baharın gelişiyle gürül gürül akan şelalenin çevresi ağaçlarla kaplı. Şelalenin karşısında ise bir asma köprü bulunuyor ancak karşıya geçiş ve geliş kısmı bizim ziyaretimizde kapalıydı.
Şelalenin seyirlik alanı oldukça kalabalık. Güneşle başladığımız güne şelalede yağmura yakalandığımızda doğanın bu sürprizi herkesi memnun etmiş olacak ki bir kaynaşma başlıyor. Etrafta kafe ve restoranların olduğu Muradiye Şelalesi, 2023 yılında “Nitelikli Doğal Koruma Alanı” ilan edilmiş.
İki kaya üzerine kurulan ve hâlâ sağlamlığını koruyan Şeytan Köprüsü’nden Muradiye Şelalesi’ne veda ederken çobanların selamı, koyunların ağır adımlarıyla yolumuza devam ediyoruz.
KOYLARIYLA ÜNLÜ İNKÖY
Yeşil ve mavinin buluştuğu Van’da keşfedilmemiş birçok yer olduğunu şehre gittiğimizde anlıyoruz. Manzarasıyla ve el değmemiş doğasıyla bizi büyüleyen ancak kaya parçalarının düştüğünü gördüğümüz virajlı yollarda endişelenmemize yol açan bir yolculuktan sonra İnköy’e ulaşıyoruz. Yolumuz navigasyonun bizi yanıltmasıyla da uzun sürüyor. Bu nedenle siz siz olun köy yolunu tutmadan önce Edremit yolu üzerinde karşılaştığınız birine adres sorun.
İnköy, yaz mevsiminde koylarının temizliği ile Vanlıların yüzme yeri. Yol boyunca durup soluklandığımız bir yerde yüzme sezonunu erkenden açan gençleri görüyoruz. Piknik yapmaya gelenlerin yoğun olduğu İnköy’de motosiklet tutkunları da ekip olarak köy yolunu tutmuş.
İnköy, İskandinav ülkelerindeymiş gibi bir hisle hafızalarımıza kazınıyor. Dönüş yolunda doluya yakalanmamızsa ise manidar. Van’a giderseniz mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri bu köy, emin olabilirsiniz.
VAN MÜZESİ
1932 yılında bir depo binasında başlayan, kültür varlıklarının sayısı çoğalınca 1945 yılında Van Müze Memurluğu oluşturulan, arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkarılan eserlerin daha iyi korunup sergilenmesi için 1972 yılında Van Müze Müdürlüğü kurulan, 2019 yılındaysa 23 sergi holü ile Van Kalesi’nin karşısında yeni müze binasına geçilen yerdeyiz.
Urartular, Roma, Bizans, Selçuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Osmanlı dönemlerine ait eserlerin sergilendiği müzede en çok arkeologların uzun yıllar boyunca çalıştıkları Urartu dönemi kazıları yer alıyor.
Sesli anlatımların, canlandırma yapılan bölümlerin olduğu Van Müzesinde yaklaşık 3 bin eser sergileniyor. Müzenin içinde Van hatırası için hediye alabileceğiniz mağazalar da bulunuyor.
EN SEVİLEN YEMEK: KELEDOŞ
Ağrı’yla rekabet içinde olan ve 2017’de Van Ticaret ve Sanayi Odasının (TSO) girişimleriyle Türk Patent ve Marka Kurumunca coğrafi işaretle tescillenen keledoş, Van’ın en sevilen yemeği. Keledoşun yapımı kolay ancak bazı malzemeleri mevsimine göre ayarlamak gerekiyor. Gelelim tarife:
1 su bardağı yeşil mercimek, buğday ve nohut tencerede haşlanıyor. İnce doğranmış pazı otu (bulamazsanız ıspanak da olabilir) ile tuz, karabiber ve üzerini kapatacak kadar su eklenerek 35-40 dk. pişmeye bırakılıyor. Pişen bakliyatların içine 2 su bardağı kurut (Kurut, yoğurdun süzülerek küçük topaklar halinde kurutulup uzun süre saklandığı hâli. Yemeklere ekleneceği zaman bir miktar suda eritilerek kullanılıyor ancak kurut bulamazsanız yoğurt kıvamındaki çökelek tercih edilebilir yoksa süzme yoğurt da olur.) ile 3 diş sarımsak eklenip iyice karıştırılıyor.
1 kuru soğan soyulup doğrandıktan sonra 2-3 yemek kaşığı tereyağı ile kavruluyor ve ardından kuşbaşı doğranan et düdüklü tencerede 10 dakika pişiriliyor. Et ve diğer malzemeler birbirine karıştırılıp üzerine yağda kızdırılmış pul biber gezdirilerek servis ediliyor. Afiyet olsun…