Medeniyetler Beşiği Diyarbakır

Şehre Dair

MEDENİYETLER BEŞİĞİ DİYARBAKIR

Mezopotamya’nın kalbi Diyarbakır; farklı medeniyetlerin izlerini taşıyan mimari dokusu, surları, burçları, tarihi mekânları, camileri, kiliseleri, bahçeleri, sokakları, hanları, misafirperver insanları, kendine has lezzetleri ile görülmeye, tanımaya, yaşamaya değer bir kent.

ŞİRİN İNCİ

“Diyarbakır’ı sevmek bir vazife ve hem de ihmal edilmeyecek mukaddes bir vazifedir…” [1]

Dünyanın bilinen en eski kült yapısı Göbeklitepe gibi dünya arkeolojisinde çağının binlerce yıl ötesinde yaşayan Körtik Tepe burada. Nitekim dünyada yerleşik hayata ilk geçilen yerin Diyarbakır’ın Ergani ilçesi olduğu yönünde buluntular var. Çin Seddi’nden sonra dünyanın en uzun surları Diyarbakır Surları… Dünyanın ilk robotu da El-Cezeri tarafından burada yapılırken El-Cezeri’nin yaptığı tüm çalışmaların ünlü sanatçı Leonardo da Vinci’ye ilham kaynağı olduğu düşünülüyor.

İslam öncesi toplumlar kenti “Kara Amid” ismiyle yaşatırken Müslüman Arapların şehri kuşatması ve egemenliği altına alması sonrasında buraya “Bekr” kabilesi yerleşiyor ve şehir “Bekr yurdu” anlamına gelen Diyar-u Bekr ismi ile anılmaya başlıyor.

Hurri-Mitanniler, Urartular, Persler, Romalılar, Selevkoslar, Partlar, Büyük Tigranlar, Araplar, Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları, Mervaniler, İnaloğulları, Nisanoğulları, Selçuklular, Artuklular, Eyyûbîler, İlhanlılar, Makedonyalılar, Akkoyunlular, Safevîler ve Osmanlıların yaşadığı kent, birçok farklı etnik gruba ev sahipliği yapmış, yapmaya da devam ediyor.

Binlerce yıldır dillerin ve dinlerin kenti olan Diyarbakır’ı keşfetmek için bizler de düştük yollara…

DİCLE VADİSİ’NİN SİMGESİ: ON GÖZLÜ KÖPRÜ

İlk uğrak yerimiz kulaklarımızı dolduran sesiyle Mezopotamya’nın can suyu Dicle ve onun hemen üzerinde -sislerin içinde- daha da görkemli görünen On Gözlü Köprü. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen ziyaretçilerini ağırlamaya başlayan köprüye yaklaştığımızda Dicle’nin üzerine doğan güneşin parıltısını izlemek şahane. On ayrı açıklığa yani kemere sahip olduğu için On Gözlü Köprü olarak adlandırılan; kitabeye göre Mervaniler döneminde Diyarbakır hükümdarı Nizamüddevle Nasr tarafından 1065 yılında yaptırılan; 178 metre uzunlukta ve 5,6 metre genişlikte olan kesme bazalt taşından on gözlü olarak inşa edilen köprü; On Gözlü Köprü, Dicle Köprüsü, Silvan Köprüsü ve Mervani Köprüsü olarak dört ayrı isimle anılıyor.

Dicle’nin iki yakasını birbirine bağlayan köprü, şehrin kuşatmalara maruz kalması nedeniyle defalarca yıkıma uğramış. Diyarbakır’a farklı köprülerden geçiş olmadığı için de çoğu kez onarım gören On Gözlü Köprü’nün kitabesi, köprünün güney tarafında ilk üç gözü arasında bulunuyor.

Çevresini dolaşmak, köprünün üzerinde fotoğraf çektirmek, Dicle’nin hayat veren canlılığını görmek ve su kenarında dinlenmek için kafelerinde soluklanmak isteyenlerin uğrak noktası.

ŞEHRİN EN BÜYÜK BURCU: KEÇİ BURCU

Buradan gün doğumu ya da gün batımını izlemek harika… Hevsel Bahçeleri’ne ise kuş bakışı bakabilmek muhteşem bir his. Tam olarak ne zaman yapıldığı bilinmeyen silindirik planlı ve iki katlı olarak kayalık alan üzerine inşa edilen burcun 1223 yılında Mervanoğulları tarafından onarıldığı, 11 kemerinin olduğu ve eskiden tapınak olarak kullanıldığı bilinmekte. Surlar üzerinde bulunan en büyük ve en eski burcun merdivenle çıkılan bölümünde kalker taşına işlenmiş Mervani kitabesinin yer alması, burcun iç kısmına sivri kemerli bir kapıdan merdivenle inilmesi ve burç içi sütunlarla enine genişlemesi burcun diğer özellikleri…

SEKİZ BİN YILLIK HEVSEL BAHÇELERİ

Yemyeşil bir cennet bahçesi Hevsel… Surlar ve Dicle arasında kocaman bir alanda birçok canlıya, birçok tarımsal ürüne, kentin havasına ve nice türküye varlığıyla katkıda bulunuyor. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en büyük kuş cenneti olan Hevsel Bahçeleri’nde 180’den fazla kuş türü, su samuru, tilki, sansar, sincap ve kirpi gibi canlılar yaşıyor. Göçmen kuşların uğrak noktası olan Hevsel, ülkemizde ender bulunan yaz atmacalarına da kucak açıyor.

ANADOLU’NUN EN ESKİ CAMİLERİNDEN ULU CAMİİ

Abdest alanlar, avlunun içinde oturanlar, ziyaretçiler, turistler, gelip geçenler, dua edenler… Şehrin merkezinde tarihiyle yankılanan bir yapı: Diyarbakır Ulu Camii.

Anadolu’nun en eski camisi olan; Mekke’deki Kâbe, Medine’deki Ravza-i Mutahhara, Kudüs’teki Mescid-i Aksa, Suriye’deki Şam Emevi Camii’nden sonra İslam’ın 5. Harem-i Şerifi olarak kabul edilen Diyarbakır Ulu Camii’nin yapım tarihi kesin olarak bilinmemekte. Kaynaklara göre 639 yılında Ermenilerden kalan Martoma Kilisesi, Diyarbakır’a hâkim olan Müslüman Araplar tarafından camiye çevrilmiş.

Cami, 1091’de ilk olarak Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın isteği üzerine, sonrasında da değişik dönemlerde birçok kez onarım görmüş. 1115 yılında çıkan yangın ve bölgede yaşanılan depremin ardından sütunlarındaki bezemeli taşların hepsi yıkılmış.

Caminin bir başka özelliği ise sibernetiğin babası olarak kabul edilen ünlü bilgin El Cezeri’nin yaptığı güneş saatinin burada bulunuyor olması. Bu güneş saatinin 800 yıldan fazla bir geçmişi olduğu düşünülürse Diyarbakır Ulu Camii hem ibadet yeri hem tarihiyle adından söz ettirmeye devam edecek.

BİR ÇAY MOLASI İÇİN HASAN PAŞA HANI

Diyarbakır Ulu Camii’nden ayrıldıktan sonra mola vermek için en güzel ve konum olarak bize en yakın yerlerinden birini seçiyoruz: Hasan Paşa Hanı.

Restoranı, kahvaltıcısı, hediyelik eşya dükkânları, kitapçısı ve kafeleri ile bölümlere ayrılan Hasan Paşa Hanı, Osmanlı dönemi valilerinden Vezirzade Hasan Paşa tarafından 1573 yılında iki katlı, avlulu bir han olarak tasarlanıp yaptırılmış. Ortasında sütun ve üstü kubbeli bir şadırvanı da olan han, Diyarbakır’ın en çok uğranılan yeri. 

ANADOLU’DAKİ TEK DÖRT AYAKLI MİNARE

Diyarbakır’ın o daracık sokaklarına dair kaç tane şiir, kaç tane roman yazılmış; kaç fotoğrafçı, kaç ressam, kaç insan bu güzel sokaklarda kaybolmamıştır ki… Dört Ayaklı Minare işte birbiri içine geçen birbiri içinden ayrılan sokakların tam ortasında dimdik duruyor. Anadolu’daki tek dört ayaklı minare olma özelliği taşıyan Dört Ayaklı Minare, rivayete göre dört ayağının altından yedi kez geçenin dileğini kabul ediyormuş.

1500’de Akkoyunlu Kasım Bey’in nizami şekilde önce siyah sonra beyaz taşlardan yaptırdığı Şeyh Mutahhar Camii’nin en önemli özelliği, dört sütun üzerinde inşa edilmiş işte bu minaresinin olması.

ZİYARETÇİLERLE DOLUP TAŞAN DÖRT KAPILI SUR

Dünya Kültür Mirası Listesi’ne giren Diyarbakır Surları’nın tarihi çok eskilere uzanıyor. Güneydoğu Anadolu’nun bilinen ilk kenti olan Diyarbakır, bundan yaklaşık 5 bin yıl önce, ilk olarak İçkale denilen yerde kurulmuş. İçkale ve Dışkale olmak üzere iki bölümden oluşan Diyarbakır Kalesi’nin Dağ Kapı, Urfa Kapı, Yeni Kapı ve Mardin Kapı olmak üzere dört ana kapısı; dış surlar üzerinde 82, İçkale üzerinde ise 19 adet burcu bulunuyor. İçkale ile birlikte toplam uzunluğu yaklaşık 5800 metre olan Diyarbakır Surları’nın günümüzdeki hâli, 349 yılında Roma İmparatoru II. Constantinus tarafından yaptırılmış. Diyarbakır Kalesi ile beraber savunma amacı ile inşa edilen Diyarbakır Surları, Çin Seddi’nden sonra uzaydan görülebilen ikinci tarihi yapı. İnsanlarla dolup taşan ve günlük hayatın uğrak yeri olan Sur’da gezilecek, görülecek birçok yer var. Surların üzerine çıktığınızda ise manzara harika…

DİYARBAKIR TARİHİNİN YANKILANDIĞI YER: İÇKALE

İçkale, Diyarbakır’ın ilk yerleşim alanı ve yönetim merkezi. Saray, Oğrun, Küpeli, Fetih adlı dört kapısı bulunuyor. 2005’te Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca restore edilerek yeniden aktif bir merkez hâline dönüşen İçkale’de; Amida Höyüğü, Artuklu Sarayı, Hz. Süleyman Camii ve 27 Sahabe Türbesi, St. George Kilisesi, Artuklu Kemeri, Aslanlı Çeşme, Atatürk ve Arkeoloji Müzesi, cephanelik, jandarma binası, eski cezaevi, kolordu binası, eski adliye binası, kongre merkezi yer alıyor.

HZ. SÜLEYMAN CAMİİ VE 27 SAHABE TÜRBESİ

Bugünkü şeklini Osmanlı dönemindeki ekleme ve onarımlarla alan cami, İyaz Bin Ganem komutasında Diyarbakır’ın fethine katılıp şehit düşen sahabelerin fetih sonrası defnedildikleri türbe üzerinde inşa edildiği düşünülen, bir diğer ismi de Nasiriye-Kale Camii olarak bilinen Hz. Süleyman Camii’nin harim kısmı, Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından 1155-1169 yılları arasında yaptırılmış. Süleyman isminin ise Halid bin Velid’in oğlu sahabe Süleyman’dan geldiği biliniyor.

DİYARBAKIR ARKEOLOJİ MÜZESİ

1934’de Diyarbakır Ulu Camii yakınındaki Zinciriye Medresesi’nde açılmış olan Arkeoloji Müzesi şimdiki yerine 1985 yılında taşınmış. Müzede; Prehistorik Çağ, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı devirlerine ait eserler bulunuyor. Ayrıca son zamanlarda Körtik Tepe’den çıkan buluntular da burada sergileniyor.

AÇIK HAVA SANAT GALERİSİ: 1800 YILLIK SAINT GEORGE KİLİSESİ

Artuklular Dönemi’nde sarayın hamamı olarak kullanılan Saint George Kilisesi, M.S. 3. yüzyılda Roma döneminde inşa edilmiş. Günümüzde sanat galerisi olarak kullanılan kiliseye ulaştığımızda bir moda defilesinin içinde buluyoruz kendimizi.

Kubbesi çökmüş fakat göğün mavisi öyle güzel görünüyor ki… Üç nefli, bazilika planlı kilise, doğu yönünde sur duvarlarıyla birleşerek Dicle Vadisi’ne bakıyor.

ŞEHİRDEKİ İLK OSMANLI ESERİ: KURŞUNLU CAMİİ

Fatih Paşa Camii diye anılan Kurşunlu Camii, 1516-1521 yılları arasında dönemin Diyarbakır Valisi Bıyıklı Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış. Fatihpaşa Mahallesi’nde bulunan bu caminin üst örtüsünün kurşun ile kaplanmasından dolayı halk arasında Kurşunlu Camii adıyla anılıyor.

MERYEM ANA SÜRYANİ KADİM KİLİSESİ

3. yüzyılda yapılan, zaman içinde birçok kez onarım gören kilise, Bizans döneminden kalma mihrabı, Geç Roma dönemine tarihlenen kapısı, içinde tarihi ikonaları ve özel ahşap işçiliği bölümleri ile Diyarbakır’da varlığını koruyan 10 Süryani kilisesinden biri.

OTANTİK ATMOSFERİYLE SÜLÜKLÜ HAN

Suriçi’nde, otantik ve tarihi bir mekânda kahvenizi içebileceğiniz yerlerden biri de Sülüklü Han. 1683’te, Hanilioğlu Mahmut Çelebi ve kız kardeşi Atike Hatun tarafından yapılan han, ismini de buradaki kuyudan çıkarılan sülükten alıyor.

Süryani şarabı, fincanda pişen Türk kahvesi, gül ve reyhan şerbeti gibi Diyarbakır klasiklerini tatmak isterseniz Sülüklü Han en doğru adres.

BAMBAŞKA BİR DÜNYA: BAKIRCILAR ÇARŞISI

Bakırcıların binbir emekle işlediği kazanlarla, kahve fincanlarıyla, sahanlarla, tepsilerle, cezvelerle, semaverlerle ünlü Diyarbakır. Bakır emekçilerini maalesef bu ziyaretimizde göremesek de Şahmeranlı tepsilere hayran kaldığımızı söylememiz gerek.

SOFRALARI DOLDURAN LEZİZ İKRAMLAR

“Etsiz yemek ayıptır!” anlayışı ve damak zevkiyle Diyarbakır’da sabahın çok erken saatlerinde güne ciğerle başlayabilir; akşamınızı kuzu kebabı, acılı ezme, bol yeşillik ve salata, sonunda da burma kadayıfı ile bitirebilirsiniz.

Esnafın bol kepçesinden, Diyarbakır’ın ekmeğinden, sofrayı dolduran bol mezelerden, malzemenin dopdolu olduğu pidesinden, örgü peynirinden, pestilinden ve açık ayranından bahsetmemek olmaz.

Hem karnınızın hem gözünüzün hem de tarihi geçmişiyle zihninizin doyacağı Diyarbakır’ı eğer henüz görmediyseniz daha fazla geç kalmamak için acele edin.

Keyifli geziler…


[1] Cahit Sıtkı Tarancı