Uzun İnce Bir Yolda Âşık Veysel

Toplum ve Yaşam

UZUN İNCE BİR YOLDA ÂŞIK VEYSEL

Âşık geleneğinin en önemli temsilcilerinden Âşık Veysel Şatıroğlu aramızdan ayrılalı 50 yıl oldu. Büyük usta, gönül gözüyle baktığı dünyamızı eserleriyle aydınlatmaya, sazıyla sözüyle yüreklere dokunmaya devam ediyor.

İLKAY KILINÇ AKARSU
Çizimler: BÜLENT KARAKÖSE

Gönül gözüyle, güzel yüreği, şiirleri, türküleriyle bir Âşık Veysel geçti bu dünyadan… Gözleri karanlıkta kalsa da yüreği hep aydınlıktı. Sazıyla, sözüyle, insanın içine işleyen sesiyle milyonların gönlüne taht kurdu.

Büyük halk ozanı ölümünün 50. yılı vesilesiyle UNESCO’nun Anma ve Kutlama Yıldönümleri Programı’na alındı ve 2023 “Âşık Veysel Yılı” olarak ilan edildi.

Biz de değil 50 yıl, yüzyıllar boyu unutulmayacak olan bu büyük ustayı iki kapılı bir handa yürüdüğü uzun ince yolu anımsayarak anmak istedik.

UZUN İNCE YOLUN BAŞINDA

1894 yılında Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde gözlerini dünyaya açar Veysel.

Bir güz günü, köyün yakınlarındaki Ayıpınar merasına koyun sağmaya giden Gülizar Ana’nın dönüşte sancısı tutar. Oracıkta doğuruverir onu, göbeğini de kendi elleriyle keser. Birçok Anadolu kadınının ortak kaderini yaşayarak sarar bebeğini kuşağına ve güçlükle yürüyerek varır köyüne. Yörede “Karaca” olarak bilinen eşi Ahmet’le “Veysel” adını verirler çocuklarına. Büyük ozanın yıllar sonra dizelerine döktüğü gibi azığı sırtında, orak elinde, taşlı tarlalarda avutur yavrusunu Gülizar Ana.

Dönemin zor şartları, salgın hastalıklar, yoksulluk altında yedi çocukları olur Gülizar Ana ile Karaca Ahmet’in. Ama güçleri yetmez bazılarını yaşatmaya. Ailenin beşinci çocuğu Veysel, kardeşleri hakkında şunları söyler yıllar sonra: “Ali isminde bir ağabeyim vardı. Sizlere ömür. Diğer erkek kardeşim yanarak ölmüş. Ötekisi aniden gitmiş. İki ablamla bir küçük kardeşim çiçekten ölmüşler…”

KADER KEDERLE BİR OLUNCA…

Onca dert, sıkıntı, yoksulluk yetmezmiş gibi Veysel yedi yaşına geldiğinde Sivas’ta bu kez çiçek salgını baş gösterir.

Amcasının eşi Muhsine Hatun ona yeni bir entari dikmiş, Veysel de mutluluktan havalara uçmuştur. O günkü sevincini şöyle anlatır Veysel: “Beni öyle severdi ki… Ona yeni elbisemi göstermek için görüneyim dedim. Koptum evine vardım. Beni dizine oturtup sevdi, okşadı. Saçıma gülyağı bile sürdü. Akşamleyin eve dönüşte bir yağmur bir yağmur… Cici elbisem sırılsıklam olmuştu. Üstelik bir de tökezleyip çamura belenmeyeyim mi? Öyle ağladım, öyle ağladım ki evde anam ‘Sus artık, gözlerin kör olacak.’ dedi. O gece beni bir ateş, bir titreme tuttu. Anama yalvardım, (yeni diktirdiğim) entarimi yıkatıp karşıma astırdım ve ona baka baka dalıp gittim.”

Bu yatış neredeyse üç ay sürer. “Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de solun zorundan olacak, perde indi. O gün bugündür dünya başıma zindan.” demesi boşuna değildir Veysel’in.

Küçük bir ihtimal de olsa çok az ışık alan tek gözünün açılmasının mümkün olabileceğini söyler hekimler. Ancak ne yazık ki talihsiz bir kaza o ihtimali de alır Veysel’in elinden. Nitekim 1964 yılında TRT’de yayınlanan bir söyleşisinde şu sözler dökülür dudaklarından: “Babam beni, Akdağmadeni’ndeki bir doktora götürüp sağ gözümdeki perdeyi aldırmak istiyordu. Bir gün, anam inek sağıyordu. Babam da arkamızda duruyormuş. Ben onun geldiğini fark etmemiştim. Bana ‘Veysel’ diye seslenince birden geriye döndüm. Koltuğunun altında ucu sivri bir övendire varmış. Başımı çevirmemle övendirenin sivri ucunun gözüme saplanması bir oldu. Böylece sağ gözümü de kaybettim…”

Yine de bir umut Sivas’a giderler. Giderler gitmesine de gözleriyle birlikte dünyası da kararır Veysel’in. “Beni bir sedire oturttular. Gözümü muayene ettiler. Bir sessizlik oldu… Açılmayacağını anladım, ağlamaya başladım.”

Yıllar geçecek, Âşık Veysel o günlerin acısını şöyle dökecektir dizelerine:

Genç yaşımda felek vurdu başıma
Aldırdım elimden iki gözümü
Yeni değmiş idim yedi yaşıma
Kayıb ettim baharımı yazımı

O günden sonra ağabeyi Ali Rüstem ile kardeşi Elif tutar elinden ama ne fayda… Günden güne sessizleşir, dermanı olmayan derdini içine akıtır Veysel.

Gözleri görmeyen oğlunun geleceğinden endişe eden Karaca Ahmet ise Veysel’in sesinin güzel olduğunu, eğer saz çalmayı öğrenirse hem oyalanacağını hem de bir meslek sahibi olabileceğini düşünür. Sanatı sayesinde çevre köylerde aç kalmayacağını kurar kafasında. Sonunda bir bağlama hediye eder oğluna. İşte o bağlama o günden sonra hayat boyu yoldaş olur Veysel’e. Zaman içinde Yunus’un, Pir Sultan Abdal’ın, Karacaoğlan’ın, Emrah’ın ve daha birçok halk ozanının dünyalarıyla tanışır, sazda da sözde de ustalaşır.

ASKERE ALINMAYINCA DÜNYASI YIKILIR

Gençlik yıllarında en büyük üzüntüyü, Birinci Dünya Savaşı çıktığında yaşar Veysel. Yirmi yaşında olmasına rağmen gözleri görmediği için askere alınmaz. Köyde yaşlı erkekler ve kadınlarla kalakalır. İstiklal Savaşı sırasında da durum değişmeyince üzüntüden inzivaya çekilir. Vatan sevgisiyle tutuştuğu hâlde borcunu ödeyememiş olmaktan duyduğu kederi dizelerine taşır:

Ne yazık ki bana olmadı kısmet
Düşmanı denize dökerken millet
Felek kırdı kolumu, vermedi nöbet
Kılıç vurmak için düşman başına…

BİR VEFASIZ YÂRE BAĞLANIR

Bir süre sonra çevresinin yüreklendirmesi ile sazıyla tekrar barışır Veysel. Anne ve babası, günü gelip de göçüp gittiklerinde bu hayattan, kardeşleri ona bakamazsa diye kaygılanarak akrabalarından bir kızla, Esma ile evlendirirler onu. Esma’dan bir kızı, bir de oğlu olur Veysel’in. Fakat ne acıdır ki oğlu daha on günlükken ölür. Veysel’in acısı bununla da bitmez. 1921 yılında annesini, sekiz ay sonra da babasını kaybeder.

Hasta yatağında uyuduğu bir gece, karısı Esma evlerinin yanaşması Hüseyin’le kaçar. Veysel çocuğunun ağlamasına uyanır. Bir süre bekler, gelen olmadığını anladığında da dert yüklü yaşamına bir dert daha eklenir. Henüz altı aylık olan kızı ile öylece kalakalır.

Bir vefasız zalim yâre bağlandım
Tarih üçyüzotuzbeşte evlendim
Sekiz sene bir arada eğlendim
Zalim kâfir yetim kodu kuzumu

Veysel bunalıma girer. Zorluklar içinde çocuğuna bakmaya çalışır ama nafile… Çocuk hastalıklara ve sefalete dayanamaz ölür.

Veysel’e köy dar gelir; duramaz, uzaklaşır oralardan. 1928 yılında yolu Yalıncak köyüne düşer. Bu ziyaret şimdiki çocuklarının annesi Gülizar’la evlenmesine vesile olur. Bu evlilikten dört kız, üç de oğul dünyaya gelir. Gülizar Hanım ömrünün sonuna kadar Veysel’i yalnız bırakmaz.

MÜZİĞİYLE BİR ÇAĞLAYAN GİBİ AKAR

Veysel’in, Ahmet Kutsi Tecer ile tanışması ise hayatının bir başka dönüm noktası olur. Tecer, 1930 yılında Sivas Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak atanır. Sivas’ın halk kültürünün önemini herkese duyurmak amacıyla 1931 yılında Halk Şairleri Bayramı’nı başlatır. Bu bayramlar büyük ilgi görür. Veysel de katılır bu yarışmaya. Üç gün süren etkinlikte müziğiyle bir çağlayan gibi akar. Herkesin dikkatini çeker, pek tabii Ahmet Kutsi Tecer’in de… Aralarında başlayan dostluksa bir ömür boyu sürer…

SİVRİALANLI TÜRKÜCÜ VEYSEL’DEN ÂŞIK VEYSEL’E…

Veysel, 1933’e kadar hep başka ozanların şiirlerini çalıp söyler, kendi şiirlerinden hiç okumaz. Ta ki o dönem Sivas Milli Eğitim Müdürü olan Ahmet Kutsi Tecer, Cumhuriyet’in onuncu yılı münasebetiyle Sivaslı âşıklardan, Cumhuriyet ve Atatürk hakkındaki duygularını şiire dökmelerini isteyene kadar. Veysel bunun üzerine “Atatürk’tür Türkiye’nin İhyası/Kurtardı vatanı düşmanımızdan” dizeleriyle başlayan o ünlü şiirini okur. Bu şiir Veysel’in adının duyulmasına ve yurt çapında tanınmasına vesile olur. Artık o Sivrialanlı türkücü Veysel değil, mahlasıyla şiir söyleyen Âşık Veysel’dir. 37 yaşından sonra onu şiire yönlendiren, yüreklendiren Cumhuriyet sevdası ve Ahmet Kutsi Tecer olur.

Atatürk’ün huzuruna çıkıp destanını okumayı çok isteyen Âşık Veysel arkadaşı İbrahim ile birlikte Ankara’ya gider ancak ne yazık ki bu hayalini gerçekleştiremez. Destan çok beğenilir ve üç gün boyunca gazetede yayımlanır. Gittikleri her yerde âşık olarak karşılanmaları için kendilerine Ahmet Kutsi Tecer tarafından verilen “Halk Şairi” belgesini gösterirler. İstanbul’da radyoya çıkıp sonrasında pek çok şehri dolaşarak konserler verirler.

KÖY ENSTİTÜLERİ’NDE ÖĞRETMENLİK YILLARI

Âşık Veysel’in uzun ince yolunda Köy Enstitüleri’nin önemli bir yeri olur. Kursa gelen eğitmen adaylarına ve talebelere bağlama dersi verir. Sabahattin Eyüboğlu, Ruhi Su, Yaşar Kemal gibi aydınlarla dostluklar kurar. 1941 yılında Arifiye (Adapazarı), 1942-1943 yıllarında Hasanoğlan (Ankara), 1944’te Çifteler (Eskişehir), 1945’te Gölköy (Kastamonu) Köy Enstitüleri’nde görev yapar. Pamukpınar (Sivas) Köy Enstitüsü’nde görevli iken izne gittiği köyünden dönmek istemez. Öğretmenlik hayatı da böylece sona erer.

İLK KİTAP: DEYİŞLER

Veysel’in şiirleri 1940’lı yılların başında “Ülkü” dergisiyle okurlarına ulaşır. İlk kitabı “Deyişler”i Ahmet Kutsi Tecer hazırlar ve 1944 yılında yayıma girer. Yıldızı günden güne parlar. 1946’da Köy Enstitüleri’ni bıraktıktan sonra yurdun dört bir yanını gezer.

İSTANBUL JÜBİLESİ

1952 yılında 20 Nisan’da Ankara’da, 13 Mayıs’ta İstanbul’da Âşık Veysel için jübile yapılır. İstanbul’daki gecede dönemin pek çok ünlü ismi yer alır; Ahmet Kutsi Tecer, Eflatun Cem Güney, Mesut Cemil, Behçet Kemal Çağlar, Bedri Rahmi Eyüboğlu konuşmacı olarak katılır, Orhon Murat Arıburnu, Yaşar Kemal, Ercüment Behzat Lav, Vedat Nedim Tör ise şiirlerini seslendirir.

İLK FİLM: KARANLIK DÜNYA

1952 yılında büyük ozanın hayatı beyazperdeye aktarılır. “Karanlık Dünya” adlı filmin senaryosunu Bedri Rahmi Eyüboğlu yazar, Metin Erksan yönetir. Filmde Âşık Veysel’in yanı sıra Ayfer Feray, Ahmet Say, Kemal Bekir, Hakkı Ruşen ve Aclan Sayılgan rol alır.

FRANSA’DA YAYINLANAN PLAK

1957 yılında ünlü Fransız etnik müzik araştırmacısı Alain Gheerbrant’ın yolu Sivrialan’a düşer ve Âşık Veysel’le tanışarak ses kayıtlarını yapar. Bu gezi sırasında ona Sabahattin Eyüboğlu ve Yaşar Kemal eşlik eder. Bir hafta süren gezide Ara Güler de büyük ozanın o unutulmaz fotoğraflarını çeker. Eserin içinde Âşık Veysel’in şiirlerinin Fransızca tercümesi de yer alır, tercümeleri yapansa Abidin Dino’dur.

Fransa’da Ocora firması tarafından 1960’lı yıllarda yayınlanan plak, 1985’te Bocora Records firmasınca kaset olarak piyasaya sürülür.

ÖZEL KANUNLA MAAŞ BAĞLANIR

1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi özel bir kanunla Âşık Veysel’e, “Anadilimize ve millî birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü” 500 lira aylık bağlar.

SADIK YÂRİNE KAVUŞMASI

Âşık Veysel 1971 yılında hastalanır, bir süre tedavi görür fakat 1972 yılında sağlık durumu iyice kötüleşir, akciğer kanseridir. 1973 yılının Ocak ayında Sivrialan’a getirilir. Artık hayattan ümidi kesmiştir. Bir veda niteliğindeki son şiirini de burada yazar:

Selam, saygı hepinize
Gelmez yola gidiyorum
Ne karaya, ne denize
Gelmez yola gidiyorum. 

Ne şehire ne bir köye,
Ne yıldıza ne de aya,
Uçsuz bucaksız diyara
Gelmez yola gidiyorum. 

Gemi bekliyor limanda
Tayfaları hazır onda
Gözüm kalmadı cihanda
Gelmez yola gidiyorum. 

Eşim dostum yavrularım
İşte benim sonbaharım
Veysel karanlık yollarım
Gelmez yola gidiyorum.

Ölmeden önce, “Mezarımın üzeri betonla kapatılmasın, ot bitsin, koyun yesin, süt olsun, kuzu olsun, et olsun, memlekete hizmet olsun” diye vasiyet eder.

“Dünya bir han, konan göçer” dediği dünyadan 21 Mart 1973’te şiirlerini, türkülerini Anadolu kültürüne armağan ederek ayrılır Âşık Veysel Şatıroğlu. İsteği üzerine cenazesi bir gün bekletilir, sonra da doğduğu köy Sivrialan’da sadık yâri kara toprağa kavuşur.

Gözü yaşlı binlerce Veysel dostunun katıldığı cenaze töreninde ise yalnızca onun sesi yankılanır:

Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın…


Kaynakça:

  • Ahmet Özdemir, İki Kapılı Bir Handa Âşık Veysel, Sivas Platformu Yayınları, İstanbul, 2010
  • İbrahim Aslanoğlu, Âşık Veysel, Ata Yayınları, Sivas 1967
  • Âşık Veysel, Deyişler (Haz: A. Kutsi Tecer), Ülkü Yayınları, Ankara 1944
  • Y.Bülent Bâkiler, Âşık Veysel, 1. Baskı, Kültür Bakanlığı Yayınları: 102, Ankara 1989