Bir Doğa Harikası Isparta

Şehre Dair

BİR DOĞA HARİKASI ISPARTA

Anadolu’nun çiçek bahçesi Isparta her ne kadar denizden uzak olsa da Göller Bölgesi’nde yer aldığı için yeşil ve maviyle bezenmiş bir memleket. Mis gibi kokan gül bahçeleri, göz alabildiğine uzanan mor lavanta tarlaları, dağları, gölleri, tabiat parkları, antik kentleri ve tarihi yapılarıyla ziyaretçilerinin güzel anılar biriktirebileceği eşsiz bir şehir.

ŞİRİN İNCİ

28 yıl boyunca dünyanın çeşitli yerlerini gezen ve bu yönüyle dünyanın en önemli seyyahlarından biri olan İbn Battuta’nın vakti zamanında güzergâhlarından biri de Anadolu olmuş. Yolu 1300’lü yıllarda Isparta’ya düştüğünde büyük seyyah şöyle demiş: “Bakımlı; çarşısıyla, sayısız ırmak, bağ ve bostanları ile zengin bir belde.”

Temmuz ayının sıcak günlerinde bizim de yolumuz tıpkı İbn Battuta gibi Isparta’yla kesişiyor. Dünyanın en kaliteli güllerinin yetiştiği, gölleriyle gözlerimizi kamaştıran, lavanta kokusuyla nefeslendiğimiz, milli ve tabiat parklarıyla yeşile doyduğumuz, kuş seslerinin ezgisiyle kulaklarımızın pasının silindiği Isparta’da; “Gül alırlar gül satarlar/Gülden terazi tutarlar/Gülü gül ile tartarlar/Çarşı pazarı güldür gül…” diyen şair Seyyid Nesimi’yi anımsayarak sadece güllere değil, birçok doğa harikasına şahitlik ediyoruz.

MORA BOYANAN KÖY: KUYUCAK

Elma ve kiraz ağaçlarıyla dolu bahçelerden geçerek ulaştığımız Kuyucak köyü, yüksek konumu ile Burdur Gölü manzarasının seyredilebildiği bir alanda. Köy, Isparta’nın gül üretiminin %45’ini karşılayan Keçiborlu ilçesinde yer alıyor. TÜİK verilerine göre ülkenin lavanta üretiminin %93’ü Kuyucak köyündeki lavanta üretimiyle karşılanıyor. Üreticisinin yaş veya hasattan sonra kurutarak satışa sunduğu lavanta çiçekleri, fabrikalarda işlenip lavanta kolonyası, kremi, sabunu, yağı gibi ürünlere dönüştürülüyor. Aynı zamanda köylüler de otantik tezgâhlarında ürettiklerini satıyor.

Lavantaların çiçek açtığı zaman, haziran ve temmuz ayları. Hatıra fotoğrafı çektirmek, mosmor lavanta çiçeklerinin göz alabildiğine uzandığı tarlalarda yürümek isterseniz özellikle bu zaman diliminde köye gitmeniz yerinde olacaktır. Ayrıca serinlemek için lavanta gazozu içmek ya da lavanta dondurması yemek iyi bir seçim olabilir.

AKASYA KOKULU YER: GÖLCÜK TABİAT PARKI

Kim bilir bu güzel ağaçlar yaşama merhaba dedikleri baharda ve yeniden selam vereceğiz diyerek ayrıldıkları sonbaharda ne güzel…

Gölün berrak suyu, hemen ardındaki dağların heybetli duruşu, kokusu ve güzelliğiyle akasya ağaçları bizi karşılıyor. Kızılçam, karaçam, meşe, sedir, akçakesme gibi birçok ağaç türünün bulunduğu Gölcük Tabiat Parkı’nda tavşan, tilki, sincap, kaplumbağa, yılan ve çeşitli kuş türleri de yaşıyor. Doğallığıyla gözlerimizi kamaştıran park aynı zamandaNemrut kalderası ile birlikte ülkemizin iki kalderasından (patlama krateri) biri.

Fotoğraf çekmek ve piknik yapmak amacıyla ziyaretçi akınına uğrayan Gölcük Tabiat Parkı, şehirden uzaklaşmak, sakin bir gün geçirmek, doğayla baş başa kalıp rahatlamak isteyenler için harika bir yer; ancak gölde yüzmek ve balık avlamak yasak.

TÜRKİYE’NİN TEK ETNOGRAFYA HALI VE KİLİM MÜZESİ

2013 yılından itibaren hizmet vermekte olan Prof. Dr. Turan Yazgan Etnografya Halı ve Kilim Müzesi, şehrin ün salan kilim ve halılarını sergiliyor olması yönünden geçmişten bugüne tarihe tanıklık ettiriyor.

On katlı müzede 190 adet el dokuma halı sergileniyor. Evlenme isteğini ailesine halı motifleriyle duyuran genç kızların işlediği halılar, nazar için işlenen halılar… Halıların açıklamalı anlatımları müzeye renk katıyor. Özellikle birinci katında etnografik ürünler yer alıyor: yöresel kıyafetler, eski bakır mutfak malzemeleri, tarım aletleri, eski ateşleyici silahlar, kesici aletler, eski dönem günlük yaşamda kullanılan araç-gereçler, banknot ve madeni paralar… Süleyman Demirel’in popüler fötr şapkasının da yer aldığı müzede Isparta denilince akla ilk gelen gül ve gül yağı üretiminde kullanılan imbik, damıtma sistemi, gül yağı şişeleri ve gül suyu saklama kapları da bulunuyor. Onuncu kata çıktığınızda ise şehri kuş bakışı izleyebiliyorsunuz.

SERÇELERİN EVİ: HIZIR BEY CAMİİ

Halk arasında Ulu Camii olarak da bilinen Hızır Bey Camii’nin kim tarafından yaptırıldığı bilinmiyor ancak Eğirdir’de hüküm süren Hamidoğulları Beyliği ya da Anadolu Selçuklu Devleti tarafından yaptırıldığı tahmin ediliyor. 1237 yılında inşa ettirilen cami, bölgenin en eski camisi olarak ahşap işçiliği ve sur üzerindeki minaresiyle kündekâri sanatının en iyi örneklerini taşıyor.

Üç bin kişinin aynı anda ibadet edebildiği caminin damının bir bölümü kışın biriken karları atmak için açık bırakılmış ve caminin içinde bir kar kuyusu yapılmış. Cami, 1814 yılında Eğirdir’de çıkan yangında yanmış. Eğirdir mütesellim ve muhafızı Yılanlıoğlu Şen Ali Ağa tarafından halktan toplanan yardımlarla eski tarzına uygun bir şekilde yeniden inşa edilen caminin çatısı 1883 yılında Hacı Murat Ağa öncülüğünde kiremitle örtülmüş.

Avlusunda serçelerin uçuştuğu camide Eğirdir halkı ibadetini yaparken şehre gelen turistler de camiyi ilgiyle ziyaret ediyor.

GÜN DOĞUMUNDA AYRI, GÜN BATIMINDA AYRI GÜZEL: EĞİRDİR GÖLÜ

Seyre daldığımız kıvrımlı yollardan sonra Eğirdir Gölü’ndeyiz. Gün doğumuyla ayrı, gün batımıyla ayrı bir güzellik sunan gölün kıyı uzunluğu 150 km. Türkiye’nin en büyük ikinci tatlı su gölü olan Eğirdir Gölü’nün bir başka önemli özelliği de denizle olan bağlantısı.

Sazan, çim sazanı, sudak, eğrez ve son yıllarda ortaya çıkan gümüş balığı, gölde yaşayan balık türlerinin başlıcaları.Aynı zamanda kerevit, yengeç, su yılanı, su faresi, kurbağa ve su kaplumbağası da gölde bulunan diğer canlılar.

TARİHİ EĞİRDİR KALESİ

İç ve dış kaleden oluşan Eğirdir Kalesi’nin inşa tarihi kesin olarak bilinmiyor ama bugünkü kalıntılarının Bizans döneminden kalma olduğu düşünülüyor. Kale surları bir sıra tuğla ve taş olarak inşa edilmiş. Timur’un Eğirdir’i istilası sırasında hasar gören kale, Hamidoğulları Beyliği ve Osmanlı dönemlerinde onarılmış. Kalenin kitabesi ise şöyle: “Bütün kapıların fâtihi Allah-ü Zülcelal’dir. Din ve dünyanın meliki Feleküddin emir-i azam’ın emriyle şu mübarek imaret tamir edildi. Allah-ü Zülcelal yardımla aziz etsin. (H.707/M.1307)

İNANÇ TURİZMİNİN ÖNEMLİ MERKEZLERİNDEN PİSİDİA ANTİOKHEİA ANTİK KENTİ

Temmuz sıcağını en yoğun şekilde hissettiğimiz Pisidia Antiokheia Antik Kenti’nde müze gezmeyi sevenler için söyleyebileceğimiz ilk şey, Müze Kart’ın geçtiği ve bu kenti gezmek için epey bir zaman ayrılması gerektiği olacak.

Roma ve Bizans Dönemi’ne ait yapı kalıntıları bulunan kent, meyilli ve kısmen kayalıklı bir arazi üzerine kurulmuş. 1914-1924 yıllarında Amerikalıların yaptığı kazılardan yaklaşık 56 yıl sonra, 1980’li yıllardan itibaren müze müdürlüğü başkanlığında T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yerel idarenin katkılarıyla kurtarma kazıları yapılarak surların geçtiği yerler tamamen belirlenmiş. Su kemerini görmek için belli bir mesafeden yürümek gerektiğini not düşelim.

Antik kentte bulunan en önemli yapı, Anadolu’daki ilk kiliselerden biri sayılan St. Paul Kilisesi. Şehrin ana giriş kapısı ise batıda bulunuyor; merkezde tiyatro, Tiberius, Propylon ve Augustus Tapınağı alanı yer alıyor. Aziz Paulus’un ziyaret edip Hristiyanlığı yaydığı yerlerden biri olduğu için hac merkezi olarak kabul edilen St. Paul Kilisesi’nde hâlen Ortodoks mezhebinden birçok yabancı turist ayin yaparak hac görevlerini yerine getiriyor.

OKSİJENİ BOL KIZILDAĞ MİLLÎ PARKI

Gün sonuna yakın ulaştığımız Kızıldağ Millî Parkı’nda gün batımının muhteşem görüntüsünü izlemek üzere birçok insanın çadır ve karavanlarıyla konakladığını görüyoruz; sanki şehir parka gelmiş gibi…

Çadır ve karavanla konaklama yapılabildiği gibi ayrıca park içinde halka açık bungalovlar, dağ evleri, yeme-içme tesisleri, kamp alanları yer alıyor. 1988 yılında doğal sit alanı olarak tescil edilen Kızıldağ Millî Parkı’nda başta sedir, ardıç, karaçam, köknar, meşe olmak üzere kavak, söğüt ve az miktarda ıhlamur ağacı bulunuyor. Mavi sedir ağaçlarının bulunduğu ormanlık alan bol oksijen ürettiği için park özellikle solunum yolları rahatsızlığı bulunanlar açısından oldukça uygun ve tercih edilesi.

Kızıldağ Millî Parkı’nda 62 yerli, 43 kış göçmeni, 49 yaz göçmeni, 27 transit göçmen olmak üzere 181 kuş türü tespit edilmiş.

UPUZUN BİR YOL: YAZILI KANYON

Çandır köyü içinde kalan park, 1989 yılında tabiat parkı olarak tescil edilmiş. Her yıl ortalama 50 bin ziyaretçi ağırlayan Yazılı Kanyon Tabiat Parkı, T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Millî Parklar Genel Müdürlüğü bünyesinde koruma altına alınmış.

Bizans dönemine ait kanyonun yan duvarlarında ibadet yapılan bölümler, sunak yerleri ve yazılar bulunması nedeniyle kanyona “Yazılı Kanyon” denilmiş. Aziz Paul’un Perge’den Pisidia Antiokheia’ya giderken bu kanyondan geçmesi nedeniyle Hristiyanlar ve din turizmi için gelenler burayı kutsal yerlerden biri sayıyor. Bir başka rivayete göre ise Antik Yunan şairlerinden Epiktetos’un Yazılı Kanyon’un dik duvarlarına yazdığı “Hür İnsan Üzerine Bir Şiir” adlı şiiri dolayısıyla buraya “Yazılı Kanyon” denmiş. Tarihi kral yolundan yürürken serinlemek için fıskiyeler çok iyi düşünülmüş çünkü tam tepeden hissedilen güneşte ya fıskiyenin altında serinlemeli ya da kanyonun içinden akan Göksu Irmağı içine girmelisiniz.

Doğaseverler tarafından çok sık ziyaret edilen kanyonda ağaçların altında çadır kurabilir, dinlenebilir, kanyonu keşfedebilir, fotoğraf çekebilir, doğa yürüyüşü ve kaya tırmanışı yapabilirsiniz. Ayrıca Göksu Irmağı kenarında bulunan restoranlarda yeme içme imkânı da var.

İyi geziler…