Vuslatın Yıldönümü: Şeb-İ Arûs

VUSLATIN YILDÖNÜMÜ: ŞEB-İ ARÛS
VUSLATIN YILDÖNÜMÜ: ŞEB-İ ARÛS

Toplam ve Yaşam

VUSLATIN YILDÖNÜMÜ: ŞEB-İ ARÛS

“Herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan. Ölüm günüm, düğün günümdür.” diyen Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin vuslata erişinin üzerinden tam 750 yıl geçti. Hangi din, mezhep ve ırktan olursa olsun herkese hoşgörüyle kucak açıp tüm dünyaya sevgi yolunu gösteren, yaşadığı sürece yüreği Allah ve insan aşkıyla yanan büyük bilge, düşünce dünyası ve eserleriyle sekiz asırdır insanlığın yolunu aydınlatmaya devam ediyor.

13. yüzyılda yaşamış, dünyanın Rûmî olarak tanıdığı, Türk ve İslam âleminin yetiştirdiği en büyük mutasavvıflardan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, ölümünün 750. yılında anılıyor. Yüzyıllar öncesinden yaptığı “Gel, ne olursan ol yine gel!” çağrısı karşılık bulmaya devam ediyor ve onun için düzenlenen anma törenleri her yıl farklı din, dil, ırk ve mezhepten binlerce insanı bir araya getirerek can buluyor.

17 Aralık 1273 yılında Hakk’a kavuşan Rûmî’nin ölüm yıldönümlerinde 17 Aralık tarihine denk gelen hafta düzenlenen ve “Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri” olarak isimlendirilen etkinlikler, halk arasında Şeb-i Arus olarak da biliniyor.

ŞEB-İ ARÛS: BİR VUSLAT TÖRENİ

Şeb-i Arûs, Türkçede “Düğün Gecesi” demektir. Mevlevilikte hoşgörü, barış ve iyiliğin sembolü Mevlânâ Celâleddîn-i Rumi’nin öldüğü gecedir. Mevlânâ, bu geceyi Rabb’ine, ebedi Sevgili’ye kavuşma gecesi olarak düşündüğü için “Düğün Gecesi” olarak adlandırır. Ölümü; kişinin aslına dönüşü, kaynağının ilahi bir cevher olması nedeniyle “Allah’a dönüş” olarak yorumlar. Ölüm ona göre bedenin ortadan kalkması değil, Allah’a doğru yolculuğudur. O yüzden de dostlarına ölümünün ardından ağlamamalarını vasiyet eder: “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir.”

Şair, âlim ve düşünür Mevlânâ’nın Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri’nin (Şeb-i Arûs) bu yıl 87’ncisi gerçekleştirilecek. 7-17 Aralık tarihleri arasında Konya Mevlâna Kültür Merkezi Semâ Salonu’nda düzenlenecek törenler 11 gün sürecek. Program kapsamında 11’i gece, dördü gündüz olmak üzere toplam 15 seans icra edilecek. Gece seansları saat 20.00’de, gündüz seansları ise saat 14.00’te başlayacak.

Birçok kültürel etkinliğin yer aldığı anma törenlerinin büyük bölümünü sema ayinleri oluşturuyor. Mevlânâ’nın daha doğru anlaşılması ve anlatılması maksadıyla düzenlen Mevlevi Sema Törenleri, 2008 yılından bu yana UNESCO’nun Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’nde yer alıyor.

‘İNSAN-I KÂMİL’E YÖNELİŞ

Mevlevilik deyince ilk akla gelen “sema” sembolik olarak kâinatın oluşumunu, insanın âlemde dirilişini, Allah’a olan aşk ile harekete geçişini ve kulluğunu idrak edip “insan-ı kâmil”e doğru yönelişini ifade eder.

“Naat”, “ney taksimi”, “peşrev”, “Devr-i Veledî” ve “dört selâm” bölümlerinden oluşan sema törenine Itri’nin rast makamında bestelediği, Hz. Muhammed’i öven naat-ı şerifin okunmasıyla başlanır. Ardından ney taksimine geçilir. Ney taksiminin bitiminde semazenler, semazenbaşının işaret ettiği yere geçip semaya başlarlar. Bundan sonra gelen Devr-i Veledî, ölümden sonra dirilmeyi betimler. Hırkası kabri, sikkesi mezar taşı olan semazen otururken ölmüş sayılır. Devr-i Veledî’den sonraki ayinde semazenler usulünce hırkalarını çıkarır, dünyevi işlerinden soyunurlar.

Sema törenlerinde selam bölümü dört kısımdan oluşur: Birinci selâm, insanın kulluğunu idrak etmesini; ikinci selâm, Allah’ın kudreti karşısında hayranlık duyulmasını; üçüncü selam, kudret karşısında duyulan hayranlığın aşka dönüşmesini; dördüncü selam, insanın kulluğa dönüşünü anlatır. Tören, okunan Kur’an-ı Kerim ve dualarla bitirilir.

Gökler âleminin bir sembolü olarak Mevlevi semasında semazenler dönerken, semazenbaşı aralarında gezinir ve semazenlerin birbirlerine olan mesafesinin korunmasını sağlar. Postnişin olarak adlandırılan ve töreni yöneten kişi ise kırmızı postun ucunda ayakta durarak dualar okur. Sema yapılan yer yuvarlak olduğu için dünyaya, postnişin güneşe, semazenbaşı aya ve semazenler de gezegenlere benzetilerek semanın güneş sistemini sembolize ettiği varsayılır.

İcra edilmesi büyük özen gerektiren sema esnasında dönmek tüm mekân ve yönlerde Allah’ı seyretmeyi temsil eder. Ayak vurmak, nefsin sınırsız ve doyumsuz isteklerini ayaklar altına alıp ezmek, onunla mücadele edip nefsi mağlup etmektir. Kollarını yana açmak, “en mükemmel”e yönelik bir acziyettir. Semada sağ elin yukarı, sol elin ise aşağı doğru kollar açık bir hâle gelmesi, sağ elle Tanrı’dan feyzalıp O’ndan başkasına yüz çevirmek ve sol elle bu feyzin dağıtılması anlamına gelir.

BELH ŞEHRİNDEN KONYA’YA UZANAN YAŞAM YOLCULUĞU

Asıl adı Muhammed Celâleddîn olan Mevlânâ, 30 Eylül 1207’de bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Belh şehrinde doğar. Babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olan ve “Bilginlerin Sultanı” olarak tanınan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled, annesi ise Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun’dur. Muhammed Celâleddîn ve ailesi Moğol istilası nedeniyle Belh’den göç etmek durumunda kalır. Selçuklu İmparatorluğu döneminde Alâeddin Keykubad’ın davetiyle Konya’ya yerleşirler. Mevlânâ 15 Kasım 1244’te Şems-i Tebrizî ile karşılaşır. Bu, onun hayatının dönüm noktalarından biri olur. Gönül dünyasında büyük tesiri olan kadim dostu Şems ortadan kaybolunca uzun yıllar inzivaya çekilir.

“Efendimiz” anlamına gelen Mevlânâ ismi kendisine henüz çok gençken, Konya’da ders okutmaya başladığı yıllarda layık görülür. Mevlânâ’nın “Rumî” diye tanınması ise geçmiş yüzyıllarda Diyar-i Rum denilen Anadolu’nun vilayeti Konya’da yaşaması, ömrünün büyük bir bölümünü orada geçmesindendir.

Yaşamını “Hamdımpiştimyandım” sözleri ile özetleyen Mevlâna, 1273 yılında Konya’da hayata gözlerini yumar. Geride çok önemli manzum ve mensur eserlerini; “Mesnevî”, “Dîvân-ı Kebir” (Büyük Dîvân), “Fîhi Mâ Fih” (İçindeki İçindedir), “Mecâlis-i Seb’a” (Yedi Meclis) ve “Mektûbât”ı bırakır. Eserleri ve öğretileriyle insanlığı yüzyıllar boyu aydınlatması, zamanının çok ötesinde bir âlim olduğunun ve ne kadar çok sevildiğinin bir kanıtıdır.

‘İNSANI SEVMEK ALLAH’I SEVMEKTİR’

Yaşadığı sürece Allah ve insan aşkı ile yanar Mevlânâ’nın yüreği. Ona göre insanı sevmek Allah’ı sevmektir. İnsana yaklaşırken sevgi dilini kullanır. Çünkü insanı insan yapabilen tek değer sevgidir. İnsanı kusurlarıyla, günahlarıyla ve sevaplarıyla kabul eder. “Sevgiyle acılar tatlılaşır, sevgiyle bakırlar altın olur. Sevgiyle tortular berraklaşır; sevgiyle dertler şifa bulur. Sevgiyle ölüler dirilir, sevgiyle padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi sonucu oluşur.” demesi bundandır. Ayrı gayrılık, bölücülük yapanlara ise bir şiirinde şöyle seslenir:

“Beri gel, daha beri, daha beri.
Bu yol vuruculuk nereye dek böyle?
Bu hır gür, bu savaş nereye dek?
Sen bensin işte, ben senim işte.”

İnanıyoruz ki Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin düşünce dünyası ve eserleri asırlardır olduğu gibi gelecekte de sevgi, hoşgörü ve ilahi aşkın güzelliklerini insanlığa sunmaya, kalplere dokunmaya devam edecek. Yazımızı büyük mutasavvıfın tüm insanlığa hoşgörü, barış, kardeşlik ve ahenk içinde yaşamanın yollarını gösteren yedi öğüdüne kulak vererek noktalayalım:

“Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
Hoşgörülükte deniz gibi ol.
Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.”